''Sanatla ilgilenen, uğraşan ve üzerine sanat tozu bulaşmış insanın kötü olabileceğine inanmıyorum.'' dedi Bennu Yıldırımlar Edirne Akademi'nin kapanış gecesinde. Üzerime sanat tozunu bulaştıranlardan biri Martı. Lanetlenmenin en kolay yolu: bir sanat olmadan yaşamak iki vejetaryan olmak!
Yılmaz Erdoğan ''Bir insanın ne kadar yaşadığı değil yaşam sırasında neler yaptığı önemlidir.'' diyerek çıkmış yola.
''Şair, şairane bir şey değildir.''
''Şair, aşk mektubu yazarı değildir.''
''Şair, hakikat süzer.'' sözleri yardımcısı olmuş. Dramatik iniş çıkışlar da ilham vermiş tabi.
Yedi yıl önce ortaya çıkmış aslında. Uğraştığı tüm işlerin bir araya gelmesi olarak nitelendiriyor bunu Yılmaz Erdoğan. Şairlerle yazıştığı söyledi. Bir nevi ruh çağırma gibi düşünülebilirmiş. Rüştü Onur'la, Muzaffer Tayyip Uslu'dan izin istemiş. Onlar da ''Bizim genç yaştaki ölümümüze acıyacakları bir film olacaksa hiç girme o işe. Esas mesele şiirdir.'' demişler. Filmde bu sözün çok iyi tutulduğunu görüyoruz: Üç ölüm bir arada. Tek tabut, tek mezar, tek mevlit. Ölümle yaşam arasındaki metaforlar öykünün içine gizlenmiş.
''Siz de şairsiniz ve şiire karşı olan borcu ödediğinizi düşünüyor musunuz?'' diye bir soru yöneldi o gün. Yılmaz Erdoğan'da ''Şiire karşı değil ama Rüştü'ye ve Muzaffer'e karşı olan borcumu ödediğimi düşünüyorum.'' diye yanıtladı. Peki ya bizim borcumuz? Kıvanç'ın dediği gibi bilmemekten utanmıyor muyuz? Film ağır bir tokat attı bizlere, iyi ki varsın üstat.
- Rica etsem imzalar mısınız? diye sordum.
-Nihayet! Helal olsun sana! dedi.
Bir tarafa ''Çok şükür Muzafferim.'' yazdı. Diğer tarafa 'Duygu'ya sevgiyle'' diye imzaladı. Çok şükür ya, kitapçılarda arka raflara itilen o tozlu şiir kitaplarını düşünün... Yılmaz Erdoğan sayesinde ''Şimdilik'' en çok satanlar listesine yükseldi. Hayatı ne kadar iyi değerlendirirsek onun karşılığının alındığının dersi bu. Neredeyse 70 yıl sonra adamlar hak ettikleri yerdeler.
Martı, filmi ilk izledikten sonra ''Edirne İl Halk Kütüphanesi'ne koşmuş. Depoda 1945 baskısını bulmuş. Zonguldak A.R. İncealemdaroğlu Basımevi. Bunu da anlattık ve şüphesiz ki Yılmaz Erdoğan bundan çok etkilendi. Etkilenilmeyecek gibi de değil, 68 yıl sonra depodan çıkıyor kitap. Sararmış, kıvrılmış, yıpranmış sayfalar... Kitaba nefes aldırmış Martı. Şunu da merak etmeden duramıyoruz:
O zamanlarda sadece Zonguldak'ta basılmış o kitap Edirne'ye nasıl geldi? (İç ses: Takma kafana Duygu sen kendi iç savaşını ver. İyi ki gelmiş!)
Sen görevini layıkıyla yaptın üstat. Değerli olana sahip çıktın, şiir gibi bir film yarattın. Milyonlarca kez tebrik ediyorum seni, iyi varsın!

Ertesi gün Forum'da vakit geçirdik. Kahvaltının ardından gazetelerimizi alıp Starbucks'ta kaptık köşemizi. İki güzel kitap aldım. Hakan Günday/Az ve İhsan Oktay Anar/Puslu Kıtalar Atlası. Bir de Martı'nın hediyesi Buket Uzuner/İki Yeşil Susamuru. Hepsi bir solukluktu. Hele ''Az''.
''Sevgili Duygu,
Bütün hafta sonların böyle (Bkz. Kelebeğin Rüyası Film Festivali etkinliği!) güzel geçsin e mi?!
Öper Martı'' diye bir not düşülmüş İki Yeşil Susamuru arasına. Harika anlardı ve anlar birleşince olağanüstü bir hafta sonu meydana geldi. '' Maddenin hallerinden biri de olağanüstü olandır.'' ;) Grazie Martı!
Hafta sonunun esprisi: Moon Iron White Head.
Hafta sonunun sözü: İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın! (Ayşe Arman'ın 14 Nisan Pazar günü yayınlanan yazısının başlığı.)
hmmmm yazıya bayıldım :)
YanıtlaSilBayıldım ben bu yazıya. Yine mi yapsak böyle mir hafta sonu acaba? :)
YanıtlaSilben dedemin kütüphanesinde görmüştüm kitabı sanırım o zaman 10 11 yaşındaydım. sanırım şanslıyım zonguldakta büyüdüğüm için bu konuda :)
YanıtlaSil