Reenkarnasyon. İnanır mısın? ''Yok canım'' gibisinden cümleler kurduysanız bu paragrafı okumadan geçmenizi öneririm. Ben inanıyorum. Üstelik size bir sır vereyim, bir üst boyuttan gelmiş birini bile tanıyorum: Şaman Martı. Önceki hayatında bizim gibi yaşamış şimdi bir üst boyutta. En çokta her şeyden nasıl haberdar oluyor onu merak ediyorum. Bildikleri bu dünyanın çok ötesinde... Tahminlerimize göre de hiç uyumuyor! Kendisini zombi olarak nitelendirdiğini duydum. İşin özü ben onunla bir sonraki hayatımda da bağlantılarım olsun istiyorum. (Evren yaz bunu bir kenara!)
''Sanatla ilgilenen, uğraşan ve üzerine sanat tozu bulaşmış insanın kötü olabileceğine inanmıyorum.'' dedi Bennu Yıldırımlar Edirne Akademi'nin kapanış gecesinde. Üzerime sanat tozunu bulaştıranlardan biri Martı. Lanetlenmenin en kolay yolu: bir sanat olmadan yaşamak iki vejetaryan olmak!
Bundan sonraki durağımız Atlas olacaktı. İstanbul Film Festivali kapsamında Kelebeğin Rüyası'nı izleyecektik. (Aramızda üçüncü kez izleyen biri vardı tahmin edersiniz kim olduğunu!) Gösterime filmin kadrosu katılacaktı bu yüzden heyecanlıydım. Fakat Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ yoktu. Yılmaz Erdoğan ve onun güzel eşi Belçim Bilgin oradaydı. Ara verilmeden izledik filmi, festivalin bu özeliğini seviyor Martı. Arkamızda oturan kadın duygularını ne tür bir yoğunlukta yaşadı bilemedim. Tebessüm edilmesi gereken yerde bastı kahkahayı ve sonlara doğru hayatım boyunca dökmediğim gözyaşlarını döktü. Pes dedirtir ve pes diyorum her neredeysen! Defalarca izlenilesi bir film Kelebeğin Rüyası. Öyle güzel kurulmuş cümleler vardı ki, gösterim esnasında cümleleri not aldım. Karanlık olduğu için komik biçimli harfler çıkmış ortaya. Gösterimden sonra söyleşi yapıldı.
Yılmaz Erdoğan ''Bir insanın ne kadar yaşadığı değil yaşam sırasında neler yaptığı önemlidir.'' diyerek çıkmış yola.
''Şair, şairane bir şey değildir.''
''Şair, aşk mektubu yazarı değildir.''
''Şair, hakikat süzer.'' sözleri yardımcısı olmuş. Dramatik iniş çıkışlar da ilham vermiş tabi.
Yedi yıl önce ortaya çıkmış aslında. Uğraştığı tüm işlerin bir araya gelmesi olarak nitelendiriyor bunu Yılmaz Erdoğan. Şairlerle yazıştığı söyledi. Bir nevi ruh çağırma gibi düşünülebilirmiş. Rüştü Onur'la, Muzaffer Tayyip Uslu'dan izin istemiş. Onlar da ''Bizim genç yaştaki ölümümüze acıyacakları bir film olacaksa hiç girme o işe. Esas mesele şiirdir.'' demişler. Filmde bu sözün çok iyi tutulduğunu görüyoruz: Üç ölüm bir arada. Tek tabut, tek mezar, tek mevlit. Ölümle yaşam arasındaki metaforlar öykünün içine gizlenmiş.
''Siz de şairsiniz ve şiire karşı olan borcu ödediğinizi düşünüyor musunuz?'' diye bir soru yöneldi o gün. Yılmaz Erdoğan'da ''Şiire karşı değil ama Rüştü'ye ve Muzaffer'e karşı olan borcumu ödediğimi düşünüyorum.'' diye yanıtladı. Peki ya bizim borcumuz? Kıvanç'ın dediği gibi bilmemekten utanmıyor muyuz? Film ağır bir tokat attı bizlere, iyi ki varsın üstat.
Biz oturduğumuz yerin azizliğine uğradık soru sorma şansımız olmadı. Fakat çıkışta Yılmaz Erdoğan bekliyordu. Arkalardan geldiğimiz için yoğunluk yoktu, evet hala bir şansımız vardı! Elimde Muzaffer Tayyip Uslu'nun kitabını tutuyordum. ''Şimdilik.''
- Rica etsem imzalar mısınız? diye sordum.
-Nihayet! Helal olsun sana! dedi.
Bir tarafa ''Çok şükür Muzafferim.'' yazdı. Diğer tarafa 'Duygu'ya sevgiyle'' diye imzaladı. Çok şükür ya, kitapçılarda arka raflara itilen o tozlu şiir kitaplarını düşünün... Yılmaz Erdoğan sayesinde ''Şimdilik'' en çok satanlar listesine yükseldi. Hayatı ne kadar iyi değerlendirirsek onun karşılığının alındığının dersi bu. Neredeyse 70 yıl sonra adamlar hak ettikleri yerdeler.
Martı, filmi ilk izledikten sonra ''Edirne İl Halk Kütüphanesi'ne koşmuş. Depoda 1945 baskısını bulmuş. Zonguldak A.R. İncealemdaroğlu Basımevi. Bunu da anlattık ve şüphesiz ki Yılmaz Erdoğan bundan çok etkilendi. Etkilenilmeyecek gibi de değil, 68 yıl sonra depodan çıkıyor kitap. Sararmış, kıvrılmış, yıpranmış sayfalar... Kitaba nefes aldırmış Martı. Şunu da merak etmeden duramıyoruz:
O zamanlarda sadece Zonguldak'ta basılmış o kitap Edirne'ye nasıl geldi? (İç ses: Takma kafana Duygu sen kendi iç savaşını ver. İyi ki gelmiş!)
Sen görevini layıkıyla yaptın üstat. Değerli olana sahip çıktın, şiir gibi bir film yarattın. Milyonlarca kez tebrik ediyorum seni, iyi varsın!
Atlas'tan ayrılıp yine kalabalıkların arasına karıştık. ''Kısa ömürlü bir yaratıktık.'' ''Sinemadan çıkmış insan.'' Beş on dakika içinde de ölmüşüzdür çünkü etrafımızdan farklı ruh halinde olan insanlar akıp gidiyordu. Bizi alıp aralarına kattılar kendimizi restaurantta bulduk. Sonra Nevizade... Biranın üstüne de ıslak hamburger attık iyi mi?
Ertesi gün Forum'da vakit geçirdik. Kahvaltının ardından gazetelerimizi alıp Starbucks'ta kaptık köşemizi. İki güzel kitap aldım. Hakan Günday/Az ve İhsan Oktay Anar/Puslu Kıtalar Atlası. Bir de Martı'nın hediyesi Buket Uzuner/İki Yeşil Susamuru. Hepsi bir solukluktu. Hele ''Az''.
''Sevgili Duygu,
Bütün hafta sonların böyle (Bkz. Kelebeğin Rüyası Film Festivali etkinliği!) güzel geçsin e mi?!
Öper Martı'' diye bir not düşülmüş İki Yeşil Susamuru arasına. Harika anlardı ve anlar birleşince olağanüstü bir hafta sonu meydana geldi. '' Maddenin hallerinden biri de olağanüstü olandır.'' ;) Grazie Martı!
Hafta sonunun esprisi: Moon Iron White Head.
Hafta sonunun sözü: İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın! (Ayşe Arman'ın 14 Nisan Pazar günü yayınlanan yazısının başlığı.)
hmmmm yazıya bayıldım :)
YanıtlaSilBayıldım ben bu yazıya. Yine mi yapsak böyle mir hafta sonu acaba? :)
YanıtlaSilben dedemin kütüphanesinde görmüştüm kitabı sanırım o zaman 10 11 yaşındaydım. sanırım şanslıyım zonguldakta büyüdüğüm için bu konuda :)
YanıtlaSil