2 Kasım 2015 Pazartesi

Bir Şehir Romantiğinden

Şehirler var, küçük şehirler. Bu küçük şehirler içlerinde şehir romantiklerini barındırır. Edirne mesela küçük bir şehir. Ben ise şehir romantiği.

Yaklaşık bir aydır uzaktım doğup büyüdüğüm, döndüğüm her köşesini ve adımladığım her sokağını ezbere bildiğim bu şehirden. Cumhuriyetimizin 92. yaşını kutladığımız 29 Ekim gelince ve ''Hisseli İktidar Kumpanyası: Koalisyon Tiyatrosu'' son perdesini oynayıp kasımda tekrar seçime gidince ben de sırt çantamı kapıp Edirne'ye geldim! İyi ki geldim ama yarın İstanbul'a geri dönüyorum. Bu satırları size Karaağaç'ta bulunan şirin kafelerden birine oturmuş, kahve severliğini konuşturan biri olarak yazıyorum.

İstanbul'dan ayrılırken ''İşte gidiyorsun!'' dedi içimdeki seslerden biri. ''Evet'' dedim. Gezginlerin söylediği gibi gitmek en güzel eylemlerden biri değil miydi? Ardışık sayma sayılarıyla sıralanmış koltukların bir numaralısında oturuyordum ve bu beni şanslı hissettiriyordu. Elimde kahvem, geceleri mücevher kutusuna benzeyen şehrimi terk ediyordum. Hava kararmak üzereyken ayrılıyorduk şehirden. Virajı alırken güneşin turunculuğunu yayarak kaybolduğunu gördüm. Birkaç saat sonra manzaram yollar oldu ve yolların yanı sıra uzayıp giden ağaçlar. Fiziğin kanunundan dolayı olur bu. Kökleriyle toprağa tutunmuş ağaçlar hareket ediyormuş gibi görünür size. Hatta formüllerle hesaplanır. Neyse. Bir yandan da melodiler yükseliyordu kulağımdan. ''Senin şehrini tekrar terk ediyorum sevgilim.'' diye eşlik ediyordum şarkıya. Şarkı değişiyor, gözlerimi aralıyordum. Karanlığın içinde ilerliyorduk. Yanan ışıkları seyrediyordum. Kimileri bir nokta kadar uzak, hepsinin rengi sarı. Gözlerimi kısarak görünümlerini değiştiriyordum. Kendimce oyunlar oynuyordum onlarla.

Edirne Otogarı'na adım atar atmaz yüzüme sanki iğne ucu değiyormuş hissi veren bir soğuk karşıladı beni. Balkanlardan mı geliyor bilmiyorum ama Edirne karasallığını döktürmüştü yine. Ne de olsa ekimin sonu gelmişti, haklıydı. Annemle babamı görür görmez kocaman sarıldım onlara. Eve geldiğimde yıllardır aklımda dönen senaryonun baş kahramanı olmuştum. İşte o senaryodan tanıdık bir replik: ''Anne yemeklerini özlemişsindir!''

-''HEM DE NE ÖZLEMEK!''

Söylemesi ayıp (değil) ilk akşam midemi şenlendiren şey mantı olmuştu. Bu bizim evde ritüel sanırım. Şöyle açıklayayım aile üyelerinden biri -annem hariç- ne zaman evden uzak kalsa döndüğü ilk akşam yemeğinde mantı yapılır. Annem hariç diyorum çünkü mutfakta harikalar yaratan kutsal el onunki. Abim şehir dışında yaşamaya başladığında aylık periyotlarda Edirne'ye gelirdi ve ben hep şöyle derdim ''Abimin ilk gece evde olmasının anlamı: Bu gece mantı var!''

Eve adım attığım ilk an ''ev'' kavramını yadırgadığımı anımsıyorum bir de. Bir binaya giriyorsun her katta kendi içine açılan bir kapı var, ilginç. O kapının ardında da yine kendi içlerine açılan birçok kapı var, açıldığı yerin adına ''oda'' deniyor (bak bu oda kelimesi tanıdık). Halı falan var böyle yerde üstüne basıyorsun, ilginç. Şaka bir yana kendimi yurt yaşantısına öyle adapte etmişim ki evin sıcaklığı beni sımsıkı kucaklayıp sarstı. Yurt yaşadığım deneyimleri de çok seviyorum aslında ben!

29 Ekim günü liseden arkadaşımla kahvaltı için sözleştik. Şimdi size küçük şehirlerde yaşamanın en güzel avantajını fısıldıyorum: gideceğiniz yerlere yürüyerek kolayca ulaşabilirsiniz. Hele yanınızda size eşlik eden kulaklığınız ve dinlenmek için birikmiş birçok şarkınız varsa tadından yenmez. Evden Ayşekadın'a doğru yürüdüm ve kutlamaların yapıldığı caddeye çıktım. ''Tanıdık Yüzleri Görme Günü'' resmen başlamıştı. İlk olarak tören alanında dershaneden öğretmenim olan Yusuf hocayla karşılaştık. Ağzımdan başlayıp kulaklarıma varan koca bir gülümseme gönderdim ona ve kendimi caddeye atıp yanına koştum. Onun yanından ayrılınca eski okulumun orda Alaaddin Bey'le karşılaşıp sohbet ettik, hala değişik esprileri devam ediyor ve hala gülebiliyorsun onlara. Kahvaltı için Limon'u seçmiştik. Kalkerken pamuklara sarıp sol üst cebimde taşıdığım Abdullah Gülgün'ü gördük ve masasına davet edilip sohbetler ettik. Mezun olunca öğretmenlerinle bir araya gelmek ayrı bir keyif doğrusu, öğrenci kimliğinden sıyrılıp güzel anlar kaydedebiliyorsun. Limon'dan sonra Orta Kahve'ye geçtik ve mekanın adına yakışır kahvemizi içtik, bol köpüklü. Eve dönerken yürünmekten müthiş aşınmış o cadde de isimlerini yazsam da tanımayacağınız birçok kişiye selam verdim. Şimdi bu postu yurttaki odamdan paylaşıyorum. ''İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın!'' mottosunu gerçekleştirdiğim ve kendimi hem İstanbul'da hem değil olarak hissettiğim, kampüsüne aşık olduğum Özyeğin'den.

Sadece küçük yerde büyümüş insanların sahip olduğu güzel özellikler vardır, sevin o sıcak insanları.
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder