8 Eylül 2015 Salı

Rönesans

 
İşaretlediğim şıklarla sınandığım sınav sisteminin beni ihtiyaçlarımdan uzaklaştırmasına izin vermedim. Resim yapmak, müzikle uğraşmak, yazmak tıpkı yemek, içmek, uyumak gibi bir ihtiyaçtı benim için. Dostoyevski’ye göre her şeyi fazlasıyla anlamak bana göreyse sanatla uğraşıyor olmak bir hastalıktı. Ve bazı hastalıkların hiç iyileşmemesi gerekirdi. Bu yüzden sisteme entegre olmaktan kaçtım hep. Ben çoktan seçmeli sistemin öğrencisi değildim, üniversitede başlayacaktı Rönesans dönemim.


Henüz ilköğretim dördüncü sınıftayken tayini Bursa’ya çıkan öğretmenim için bir yazı yazmıştım. 24 Kasım Öğretmenler Günü adına ilde düzenlenen ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinin katıldığı yarışmaya yazımı gönderdik. Kompozisyon dalında il üçüncüsü oldum. Aynı yıl 23 Nisan konulu şiir yarışmasında ise il birincisi. Bu başarılar o yaşta beni yüreklendiren, yazmaya daha çok yaklaştıran öğeler oldu hayatımda. Onların peşini daha 12 yaşımdayken ‘’Bir Dilek Tut’’ adında şiirlerimi topladığım kitap izledi. Ailemin hediyesiydi, yazmaya tutkun olacak kızlarını desteklemek istemişlerdi.

Geçen her yıldan birer yaş alırken sözcüklerle konuşmanın mümkün olmadığı zamanlar sezinledim. İşte o zamanlarda yazmanın heyecan verici tılsımını keşfettim. Liseye gelince de kalemi elimden bırakmadım. Okulda çıkarılan ‘’Taşbahçe’’dergisinin yayın kurulunda yer aldım. Burada yazılarım ve şiirlerim yayınlandı. 16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş Yıldönümü Etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen yarışmada ‘’Lambadaki Cinin Verdiği Son Dilek Hakkı’’ ile birinci oldum. Mustafa Kemal’i Anlamak konulu eser yarışmasına gönderdiğim mektup ödül töreninde katılımcılara okundu. Üretmeye ‘’genç bedeninde yaşlı ruhlar barındırdığına inanılan büyümüşte küçülmüş bir blogger’’ olarak devam ediyorum.




Yazmanın yanında uzun yıllar resimle ilgilendim. Yağlı boya tekniği üzerine kurslara gittim. Karakalem tekniğiyle çizimler yapıyorum. İki yıl boyunca halk oyunlarıyla uğraştım. Müziğe olan ilgimin başlamasıyla gitar kursuna gittim.

Edirne Valiliği’nin düzenlediği  1. Meriç Hikaye Günleri kapsamında Sait Faik Hikaye Atölyesi’ne katıldım. Üç gün boyunca birçok yazarla söyleşiler yaptık. Murat Gülsoy’dan yaratıcı yazarlık üzerine dersler aldık. Lise ve üniversite kuşağındaki gençlerin 40 sanatçı ile buluştuğu, 8 ay süren Akademi Edirne’nin Edebiyat Atölyesi’nde sanat eğitimi gördüm. Bir sonraki yıl ikincisi düzenlenen Akademi Edirne 2 için okulumuza gelen komisyon tarafından bu kez Sinema Atölyesi’ne seçildim ve koordinatör yardımcısı olarak görev yaptım. Sinema Atölyesi’nde Pelin Esmer, Derviş Zaim gibi yönetmenlerle bir arada bulundum.






Burada tanıştığım arkadaşlarımla kısa film çekme fikri oluştu aklımızda. Filmin senaryo ekibinde yer aldım ve sanat yönetmenliğini üstlendim. Bana asla unutamayacağım anlar yaşatan, yepyeni şeyler katan filmimizi Bahçeşehir Üniversitesi’nin yaptığı KısaKes 4. Lisevizyon Film Yarışması’na gönderdik. Başvuran 50 film arasından 30 finalist seçildi. 30 finalistin içinden sadece 6 filme ödül verildi ve bunlardan biri Düş’ünce’nindi. Düş’ünce film ekibi olarak Bahçeşehir Üniversite’nin Beşiktaş Kampüsü’nde düzenlenen ödül törenine katıldık. Burada Metin Altıoklar, Onur Ünlü gibi isimleri tanıyıp fikirlerini bizzat dinleme şansını yakaladım.

Furkan Kızılay ve Düş'ünce Film Ekibi 
2014’te ilk defa düzenlenen Özyeğin Üniversitesinin ev sahipliğini yaptığı İİBF Kampı’na başvurdum. Başvuru formunun sonundaki ‘’Bir tuğladan ne yapılabilir?’’ sorusuna en yaratıcı cevabı veren 18 kişi olarak kampta buluştuk. Ümit Özlale, Bige Saatçioğlu ve Mehmet Genç  strateji, pazarlama ve ekonomi alanlarında teorik eğitimler verdi. Eğitimlerden sonra üçerli gruplara ayrıldık. Grubumla ‘’Kadınların İşgücüne Katılım Oranı’’ hakkında çalıştık ve kampın son günü öğretim üyelerinin oluşturduğu komisyona sunum yaptık.  2014 yazında Koç24’e katıldım. Burada dolu dolu geçirdiğim bir günü sanırım Big Sur adlı eserinde en güzel Keruoac özetlemiş: ‘’En güzel günüm kim olduğumu, nerede olduğumu ya da saatin kaç olduğunu tamamen unuttuğum zamandı.’’


Hayatımda attığım her adım beni bugün olmaktan memnun olduğum noktaya getirdi. Hangi noktada mıyım?
Bana hayatımın girişimini yapacağımı söyleyen Özyeğin’de.
Evet, sistem öğrencisi olmaktan çıktım ve Rönesans dönemimin kurdelesini kesmiş bulunuyorum. Öğrencisine oldukça değer veren bir üniversitede ÖzÜ Burs Programı’nın ilk öğrencilerinden olmanın gururunu yaşıyorum. Üniversite hazırlık yılım boyunca hele YGS sonucumdan sonra ağzımdan düşmeyen cümleler şunlardı : ‘’İşaretlediğim şıklarla beni sınıyorsunuz. Peki diğer yönlerim? Karakterim, hobilerim, sosyal faaliyetlerim, yeteneklerim… Bunları hiç mi önemi yok hayatımı inşa edeceğim yere giderken?’’ Kim bilir belki benim gibi birçok hazırlık öğrencisinin yakındığı bir durumdu bu ve yetkililerle telepatik olarak anlaştık bence. Ve çok güzel bir anda böyle bir program yapıldı. Kampüse davet edilip mülakatlara girdiğimde bana ‘’Bize kendini anlat.’’ dediler. Tam o an çözemediğim matematik sorularını, ezberleyemediğim formülleri, sınav stresini hatta ÖSYM’nin kendisini alt etmiştim. Kabul edildiğimi öğrendiğim an ise fuarların müdavimi olan, interrail hayalleri kuran, uykusuzluğa, yorgunluğa hatta sınavlardan düşük not alma durumuna karşı hafta sonları festivallere kaçmak için can atan kendime göz kırptığım andı.

Bize empoze edilenin ötesinde kendimizi bulmazsak istemediğimiz hayat yaşarız. Bize sunulanın dışında daha fazlasını istemeli yeni donanımlar kazanmalıyız. Kendi inandığımız şeyin peşinden gitmemiz  gerek. Giderken de yanımızda birçok şeyi sürüklemeliyiz.

Ben şu an genç bir nehirim. Daha derine aşındırma yapmalıyım, biriktireceğim çok alüvyon var!  

Cümle Sakarı ÖzÜ'den bildirdi

Düş'ünce'yi buradan izleyebilirsiniz:



                                              








 




 

 

 

 

 


 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder